Ketterer Ailesi ile akşam yemeğindeyiz. Baba Wayne yine minik burgerlerinden yapmış, arasına da Amerikan peyniri koymayı ihmal etmemiş. Tam da anne Mary’nin sevdiği gibi.
Ailenin büyük oğlu Korey’de yemeğe yetişti, işten ancak geldi. Yemek masasına hızlıca oturdu ve elinde tuttuğu iki kağıt parçasını bana uzattı ve “Ayberk, yarın Wolves maçına gidiyoruz” dedi.
Bir an duraksadım, kağıtlara baktım. NBA maçı biletleriydi. Minnesota Timberwolves – Boston Celtics’e karşı. Küçüklüğümden beri gece yarılarında kalkıp, ekran karşısına geçip, soluksuz izlediğim NBA maçlarından…
O anda «İŞTE BU» diyorsun ve tarif edemediğin bir his kaplıyor içini.
İçindeki dalgalar coşuyor, kabarıyor. Alıp götürüyor seni uzaklara. Hayal bile etmediğin düşünceler, uzatılan iki davetiye ile uçan balon misali yükselmeye başlıyor. Ne diyeyim?
Yurt dışı eğitim demek, eşsiz deneyimler yaşamak demek.
Vancouver’da olmayı seviyor ve her hareketimle belli ediyorum. Sanki yüreğim genişlemiş, bir çocuk merakı sarmış her yanımı.
Ayaklarım yerden kesilmiş, aklım bir karış havada, baker’a bir cümlecik söyleyemiyorum. Göz göze geldiğimiz anda beni anlıyor ve mis gibi kokan bademli kruvasanı paketliyor.
Etkileniyorum. Baker’ın anlayışına, birleştiğimiz beden diline (belki de gözlerin diline) şaşırıyorum.
Bir tebessüm ile ‘Thank you!’ deyip ayrılıyorum.
Şimdi ara ara aklıma gelir… Bazen alışverişlerimde susup, beden diliyle anlaşmayı denerim ve yine tebessüm ederim.
Yurt dışı eğitim demek, hayata tebessüm etmek demek. Tebessümün, dünyanın öbür ucunda da işe yaradığını deneyimlemek demek.